“JAMES SCOTT, TAHILA KARŞI:İLK DEVLETLERİN DERİN TARİHİ” ÜZERİNE

GİRİŞ

Yazı James Scott’ın 2017’de yayımlanan Against the Grain: A Deep History of the Earliest States kitabının Akın Emre Pilgir tarafınca tercümesi yapılan, Koç Üniversitesi Yayınları’dan Kasım 2023’de İstanbul’da 5.basımı çıkan çeviri eser üzerinedir. Yazar, Tahıla Karşı kitabında ilk devletlerin oluşumu ve yerleşik yaşama geçiş süreçleri hakkında yaygın kanılara muhalif tavır sergilemiştir. Genel kabullere göre yerleşik hayata geçiş ve tarım yapmak insanoğlunun kesinlikle yararına olmuştur. Peki, bu her zaman böyle miydi? Avcı-toplayıcılar birden bire avlanmayı bırakarak tarım yapmaya mı başladılar? Eğer öyle ise bu durum hangi koşullar ve nedenler altında gerçekleşti? İlk devletler nasıl kuruldu ve nasıl işledi? Scott, kitabında kanıksanan yaygın kabullere reddiye yaparak bu soruların cevaplarını vermektedir.

ATEŞ

Evcilleştirme terimini genellikle sadece hayvanlar üzerinde uygulanan bir fiil olarak algılıyoruz. Lakin bu eylem kitapta farklı bağlamlar için de kullanılıyor. Örneğin; Ateş. Ateş insanoğlunun evcilleştirdiği ilk materyaldir. Bu materyal yalnızca besinleri pişirmek için kullanılmaz. Bilinen faydaları dışında enteresan kullanım alanları da vardır. Atalarımız, ateşi bitki örtüsünü biçimlendirmek amacıyla da kullandı. Bitkileri ateşe vererek av hayvanlarının tek bir noktaya toplanmasını sağladılar. Alevler aynı zamanda ormanları temizleyerek o alanları çayırlara dönüştürdüler. Çayırlarda daha çok av hayvanı ve tüketilebilir bitki mevcuttur. Böylece kendilerine daha dar bir alanda kolayca erişilebilir avlıklar ve bahçelikler oluşturmuş oldular. Bu bağlamda atalarımız Scott’ın tabiri ile ‘‘Çevre Mühendisi’’idi.

Ateşin klasik faydası ise besinlerin pişirilerek içeriklerinde bulunan bakteri, mikrop ve toksinlerden arındırılması ve sindirim sürecinin vücut dışında başlatılmasıdır. Pişmiş besinler, sindirim sırasında bağırsaklara harcadığımız enerji bakımından muazzam bir tasarruf sağladı. Bağırsaklarımız kısaldı ve dişlerimiz küçüldü. Tasarruflardan elde edilen enerji fazlası Homo Sapiens’in beyninin büyümesine yol açtı. Ateşle beraber yiyemediği bitki ve hayvanları da tüketmeye başlayan insanlar, gıda yelpazelerini de alabildiğine genişletti. İnsanların yeterli gıdayı sağlamak için kat ettiği alanın yarıçapı ateşle birlikte küçüldü. Yaşam alanımızı daha dar bir çevrede sürdürmemizi sağlayan olan ateş, aynı zamanda da bizi evcilleştirmiş oldu.

İLK YERLEŞİMLER, TARIM VE HAYVANCILIK

Avcı-toplayıcılıktan sonra insanoğlunun tarıma geçiş süreci nasıl gerçekleşti? Yaygın kanı, insanların tarımı keşfettikleri andan itibaren adeta bir seferberlik yaşanmışçasına acele ile su kanalları kazmaya, tohum ekmeye ve yerleşik hayatı tercih etmeye başladığı yönünde olsa da bu sav yanlıştır. Tarım çok zahmetli ve riskli bir faaliyettir. Yaşanacak herhangi bir kuraklık, doğal afet veyahut hava sıcaklığındaki dalgalanmalar sizin tek bir kaynağa bağlı olduğunuzdan dolayı yüksek olasılıkla kıtlıktan ölmenize sebebiyet yaratabilirdi. Bilakis avcı-toplayıcılar tek kaynağa bel bağlamadan daha az zahmet ile daha geniş besin yelpazesine erişebilmekteydi. Sadece tarım ile meşgul olan birine nazaran daha yüksek oranda vitamin, protein ve kalori içeren besinleri tüketmekteydi.

Scott, ilk yerleşim yerlerinin kurak alanlarda kanal açma vasıtasıyla yapılan tarım faaliyetlerinden doğduğu iddiasını reddeder. İlk yerleşim yerleri hibrit geçim yöntemi ile besince zengin alüvyonlu topraklar üzerine kurulmuştur. Basra Körfezi’nin M.Ö. 6500 yılı dolaylarında su seviyesi günümüzden daha yüksekte idi. Bu coğrafyanın topraklarının düz, alüvyonlu ve sulak olması tarımın yapay değil, doğal sulama yönetimiyle yapılmasını mümkün kılıyordu. Tarımın yanı sıra insanlar balıkçılık yapar, göç mevsimlerinde göç rotaları üstündeki hayvanları avlar, ayrıca çeşitli bitkilerden ve diğer zengin kaynaklarından bolca faydalanırdı. Bu bölgedeki avların küçük avlar olması avlanmak için kat edilmesi gerekilen mesafenin yarıçapını küçülterek erken dönem yerleşik yaşama geçiş sürecine katkı sağlamıştır. Yani insanların kesin hatlarla belirlenmiş hayata kalma ve beslenme yöntemleri yoktu. Kimi topluluklar av hayvanı nüfusu azalınca tarıma, avı bol olan alanlara varıldığında avcılığa, su kenarlarında bulunulduğunda ise balıkçılığa yönelirdi. Kısaca bir insan, ömrü boyunca tek bir geçim yöntemi ile kendini kısıtlamamıştır. Daha esnek sınırlarla hareket etmiştir. Bu bağlamda yazar; insanların mecburen, yani başka tercih hakları kalmadığı için tarım yapmaya başladıklarını iddia eden köşeye sıkışma teorisine reddiye yapmaktadır.

Tarım yapmak için tahıl bulmak zaruridir. Lakin her tahıl çiftçilerin arzuladığı türden değildi. Çiftçi, tek parçada toplanabilen, büyüyüp olgunlaştığı ilk bakışta anlaşılabilen ve kendi kendine tohumlanıp dağılmayan ekinleri tercih eder. İstenilen tohumun vahşi doğada hayatta kalma şansı düşüktür. Çünkü tohum tabiatı gereği kendi kendine saçılamadığı sürece üreyemez. Dolayısıyla ürüyemeyen bitkinin neslinin devamlılığı da sağlanamaz. Çiftçiler, belirledikleri özelliklere sahip bitkilerin tohumlarını ekerek bitkileri yapay seçilim baskısına maruz bıraktı. Böylece evcil tahıllar elde etmeyi başardı. Genleri yukarıda bahsettiğim üzere vahşi doğada hayatta kalabilmek için oldukça yetersiz olan bu evcil tahıllar insan müdahalesi olmadan da hayatta kalamamaktadır. Artık bizim denetimimize tabi olan tahılları dış etkenlerden muhafaza ederek ekip biçmeye başladık. Ekili arazileri onlarla rekabet edebilecek diğer vahşi ve yabancı otlardan temizledik. Tarlaya girerek tahılları yiyebilecek hayvanları onlardan sakındık

Tarım ile beraber çiftlik hayvancılığı da başlamış oldu. Homo Sapiens artık evcilleştirdiği hayvanlarını etrafına çitler örerek hapsetmeye başladı. Hayvanların sütlerinden, derilerinden ve yünlerinden istifade etmenin yanında bir buzdolabı gibi depolama aracı olarak da kullandı. Hasat ettiği tahıl ile hayvanını besledi ve tahılın kalorisini hayvanın vücudunda muhafaza edebileceğini fark etti. Kesilerek tüketilen hayvanlar sayesinde ise avcı-toplayıcılar ile aralarında oluşan protein tüketim farkı kapanmaya başladı. İnsanlar bitkilere uyguladıkları yapay seçilimin bir benzerini evcil hayvanları üzerinde de uyguladı. Hırçın hayvanlar kesilmiş, uysal olanlar ise çiftleştirerek nesilleri devam ettirilmiştir. Yeni nesillerin süreç içerisinde kademeli olarak beyinleri, vücutları ve dış uyarılara tepki veren limbik sistemleri küçülmüştür. Erkek koyunlar artık çiftleşmek için hemcinsleriyle mücadele etmek ve dış etkenlere karşı kendilerini savunmak zorunda kalmadıklarından dolayı boynuzları küçülmüş veya yok olmuştur. Aynı zamanda dişi ve erkek hayvanlar arasındaki cinsiyet farklılıkları da azalmıştır. Yetişkinlik çağına daha erken ulaşır hale gelmiş ve doğurganlıklarında artmış yaşanmıştır. Yerleşimlerin etrafında toplanmaya başlayan fare ve sıçan gibi ortakçılar, evcil hayvanların dar alanlarda azami sayıda bulunmaları ve dar besin yelpazeleri yeni mikroplara meydana getirmiştir. Hastalıklar yeni doğan ölümlerinde artışa sebep olsa dahi doğum ve ölüm oranlarının birbirini dengeler vaziyette olduğu gözlenmektedir.

Toplu halde hapsedilen hayvanlardan yayılan çeşitli mikrop ve parazitler fare, kemirgen gibi ortakçılara ve insanlara geçmiştir. Aynı zamanda hastalanan bitkiler de tüketildiğinde insanı hasta etmekteydi. Protein fakiri ve tek tip beslenme düzeni hâlihazırda bağışıklık kazanılmayan hastalıklara karşı insanları daha da savunmasız hale getiriyordu. Bünyeleri nispeten daha zayıf olan yerleşiklerin ölüm oranlarındaki göz ardı edilemeyecek artış yüzünden dünya nüfusu M.Ö. 10.000’de takribi 4 milyon iken M.Ö. 5000’de 5 milyona güçlükle ulaşabilmişti. İlk çiftçilerin tarım ve hayvancılıkla beraber gelen salgın hastalıklar ile nüfuslarını arttırmaları güç olsa da yerleşik toplumlarda doğurganlık oranı avcı-toplayıcılara göre bir hayli fazlaydı. Göçebelerin yağsız ve protein ağırlıklı beslenmeleri ergenliğe geç ulaşmalarına ve erken menopoza girmelerine neden olurdu. Lojistik faaliyetler, sürekli hareket halinde olmak ve 2 bebeğin aynı anda kucakta taşınması gibi zorlu sebepler bilinçli olarak onları çocuk yapmaktan alıkoymuştu. İki çocuk arasında ki süre ortalama 4 yılı bulmaktaydı. Yerleşiklerde ise karbonhidrat ağırlıklı beslenme bebeklerin daha erken sütten kesilmesine ve daha yumuşak gıdalar tüketmelerini sağladı. Kadınlar daha erken ergin oldu ve yumurtlamaları sıklaşarak doğurganlıkları arttı. Yeni doğan oranlarında yaşanan yüksek artış hastalıklardan kaynaklanan ölüm oranlarını telafi etmiş gibi gözüküyor.

Yazar, yerleşik hayata geçişle ilgili bazı eleştiriler öne sürmüştür. Avcılar her nevi aktiviteyi yapabilirken çiftçiler tahıllarının ekin ve olgunlaşma tarihlerine göre zaman yönetimi yapmışlardır. Ziraat en ince ayrıntılarına kadar hayatlarımızı düzenlemiş, zaman ayrımımıza ve rutinlerimize karar vermiş, genetiğimize etki etmiş, evlerimize ve mimarisine sirayet etmiştir. Bu sürecin insanları vasıfsızlaştırdığını öne sürmüştür. İnsanın doğaya olan ilgisinin, ona dair sahip olduğu pratik bilgileri ve gıda yelpazesinin zayıfladığını belirtmiştir, Scott, Adam Smith’in meşhur eseri Ulusların Zenginliği’ni eleştirmiş olan Alexis de Tocqueville’ye de atıfta bulunmuştur: ‘‘Yaşamının yirmi yılını iğnelerin başına ufak toplar takarak harcamış bir insandan ne beklenebilir?’’.Yazarın bu ifadesine bir eleştiri getirilebilir. Evet, sıradan bir insanın doğaya karşı bilgileri körelmiş olabilir lakin tahıldan elde edilen fazla kalori ile uzun vadede bilim insanları yetişmiş, teknoloji ilerlemiş, kısaca medeniyet var olmuştur. Medeniyetin bir ürünü olan bilim sayesinde ise bugün doğanın işleyişi hakkında daha etraflıca bilgi sahibiyiz. İnsan her ne kadar tabiatta pratik anlamda daha maharetsiz bir hale geldi ise de beşeri zanaatlar icat etti ve zanaatkârlaştı.

İLK DEVLETLER

Buraya kadar Scott’ın ilk yerleşimler hakkında olan görüşlerini sizlere ilettim. Yazımızın bu bölümünde ilk yerleşimlerden meydana gelen devletlerin oluşum süreçlerini izah etmeye gayret edeceğim. Alüvyonlu topraklarda kurulan yerleşkeler devlet kurumunun temellerinin atılması için yeterli değildi. Yukarıda bahsettiğim üzere alüvyonlu toprak yapısına sahip coğrafyalarda kurulan yerleşkelerde bulunan geniş gıda yelpazesi, devletin temellerinin atılması için birincil gereksinim olan tahıl temelli ekonomiyi engelliyordu. Scott, devlet kurumunun mevcudiyetinin söz konusu olması için ayni tahıl vergisine, vergiyi toplayan memurlara ve duvarlara olan ihtiyaca işaret eder.

MÖ 3500-2500 yılları arasında yaşanan deniz seviyesindeki azalma ve kuraklık alüvyonlu topraklarda yaşayan insanları daha da dar alanlara, ana nehir akım rejimlerine yaklaştırdı. İnsanların bir araya toplanmasına yol açan bu değişim devlet kurumunun temeli için önem arz etmektedir. Yaşanan kuraklık diğer geçim olanaklarına olan erişimi zorlaştırdıkça insanlar geçim yelpazesinde tarıma daha geniş bir pay ayırmaya itildi. Daha doğru bir ifade ile buna mecbur bir hale geldiler. Ana nehir akım rejimleri etrafında kümelenerek tarıma ağırlık veren topluluklar için elbette ki ekinleri sulamak gayesiyle kanal yapımı zorunluluk teşkil etmekteydi. Gerekli organizasyonu sağlanması doğal olarak hiyerarşik yapıları doğurdu. Bu hiyerarşik yapılar süreç içerisinde devlet kurumunun temelleri olacaktı. Yukarıda bahsettiğim üzere insanlar hâlihazırda yerleşimlere sahipti. Lakin var olan yerleşimler devletin doğması için gerekli olan koşulları karşılamıyordu. Delta gibi biyo-çeşitliliğin çok zengin olduğu arazilerde ilk devletler ortaya çıkmamıştır. Bu bölgelerde yerleşimler mevcuttur fakat yerleşikler zengin çevreden bolca kaynak sağlamakta, dolayısıyla tarıma daha az ihtiyaç duymaktaydılar. Mısır Deltası, Mısır krallarının hüküm sürdüğü alanlar değildi. Mısır krallıkları Yukarı Mısır’da, Nil Nehri çevresinde kurulmuştur. Çünkü nüfus Nil’in etrafında kümelenmek zorunda kalmıştır. Mevcut vaziyet devlet oluşumu için harikulade bir ortam sağlamaktaydı. Çünkü Nil’i kontrol eden tüm Mısır’ı kontrol ediyor anlamına gelmekteydi. Aynı zamanda ana nehir akım rejimleri çevresinde devletleşmenin önemli bir diğer unsuru ise ticarettir. Devletler üretemedikleri veyahut sahip olmadıkları kaynakları ticaret ağları ile tedarik etmiştir. Deniz yoluyla taşımacılık sürtünme faktörünü ortadan kaldırdığı için ağır olan kaynakların ve çeşitli ürünlerin daha az maliyetle taşınmasına olanak sağlamıştır.

Devletin amacı, lojistik imkânsızlıklar sebebiyle azami nüfus ile minimum alanda maksimum verimlilikle tahıl hasadı yapmaktır. Tahıl vergilendirilmesi nispeten kolay bir ekindir. Meyveler, yumrulu bitkiler veya baklagiller vergilendirmek için münasip ürünler değildir. Bazısı yer altında büyür, tespit etmesi zor ve vergiden kaçırılması kolaydır. Bazısının hasat zamanı çok değişkenlik gösterir. Bazısı da çabuk bozulur. Fakat tahıllar kolay tespit edilebilen, kolayca hasat zamanları öngörülebilen, bölünüp, taşınabilen ekinlerdir. Dolayısıyla tahıl, antik bir vergi memuru için en uygun ayni vergi aracıydı. Tahılı yüksek verimlilik ile hasat etmeye imkan sağlayan topraklar ise alüvyonlu ve lös topraklardır. İlk devletler ise tam olarak da bu arazilerde kurulmuştur.

Yüksek verimlilikle yapılan hasattan vergi toplanacak ki üretim zincirinin bir parçası olmayan aristokratlar, bürokratlar, askerler ve ruhbanları içeren hiyerarşik yapı finanse edilebilebilsin. Bu vesile ile devlet varlığını devam ettirebilsin. Devletler hasadın genel olarak asgari oran olan beşte birine vergi adıyla el koyardı. Kuraklık ve kıtlık zamanlarında toplanan vergiler, normal şartlarda dahi kendisine yeterli gelemeyecek miktardaki tahılını devlete vermek zorunda kalan köylüyü zor duruma düşürürdü. Vergi tahsil edilmez ise her an başına binebilecek bir kent ordusu mevcuttu.. Sıradan bir köylünün geçimini düşman kent ordularından ziyade bizatihi kendi kentinin ordusu tehdit etmekteydi.

Kent duvarları sabit bir tarımın ve ambarların varlığını bize net birer delildir.Savunma duvarlarının birinci amacı elbette ki diğer şehirler veya barbarlar tarafınca yapılan saldırıları engellemektir. Lakin yukarıda aktardığım üzere, bir devlet tahakkümü altında tarım yapmak o kentin köylüsü için memnuniyet sebebi değildi. Bu durum köylülerin kentten firar etmeye kalkışmalarına bir sebebiyet yaratırdı. Kent surları ise köylüyü kentin sınırları içerisine tutan ve kenti terk etmelerine mani olan açık hava hapishanesi duvarları olarak kullanılmaktaydı. Bu bağlamda Çin Seddi’nin hem Türk ve Moğol akınlarını yavaşlatması, hem de içerideki köylülerin kaçmalarını engellemesi amacıyla inşa edildiği öne sürülmektedir.

Ekseriyetle göçebe yaşam tarzı vergi yükü altında ezilerek tarım yapmaktan daha makul bir seçenektir. Barbar veya göçebe diye tabir ettiğimiz devletsiz topluluklar vergilendirilemezdi. Çok hareketli olan, avcılık ile geçinen, konakladığı yeri sürekli nakleden topluluklardan vergi toplamak hayli meşakkatli bir eylemdir. Mevzubahis bu toplulukların yerinin tespit edilmesi ve edilse dahi vergi alınabilecek ayni ürünlerinin kısıtlı veya hiç olmaması vergi memurlarının işlerini bir önemli ölçüde zorlaştırmaktadır. Osmanlı da göçebeleri vergilendirmek için koyunların yünlerinin alındığı zaman dilimlerinde yaylalarda bulunarak vergi toplamaya çalışırdı.

Vergi, yazının icadındaki payların ekseriyetine sahiptir. Kimin ne kadar vergi verdiği, vereceği, gelen yılın öngörülen hasadı ve vergi hâsılatı gibi muhasebe kayıtları zamanla evrimleşerek sistematik bir yazı sistemi oluşturmuştur. Muhasebe kayıtları sayesinde vergi memurları daha verimli bir şekilde vergi toplayabilmiştir. Devletler nüfus sayımı yapabilmiş, askere alımlar için kolaylıklar sağlamış ve en nihayetinde standartlaşma meydana getirilmiştir. Topraklar zenginliklerine, büyüklüklerine ve hasat miktarlarına göre sınıflandırılmaktaydı. Çeşitli vergi sistemleri oluşturuldu ve böylelikle toplanacak verginin meblağsı önceden takribi olarak tespit edilebildi.

NÜFUS

Antik devletlerin en zengin ve en güçlü olanları görece en çok nüfusa sahip olanları idi. Bu bağlamda devletlerin en büyük hırsı daha çok nüfusa sahip olmaktı. İnsanları bir araya toplamak ve ihtiyaçlarından fazlasını üretmeye teşvik etmek onları harekete geçiren temel nedenlerdi. Zira köylüler, ailelerinde çalışabilecek kişi sayısı arttığı vakit üretimi arttırmak yerine iş yüklerini azaltmayı tercih etmekteydi. Dolayısıyla devlet eliyle yapılan zorlama ve baskı artık üretim oluşturmak için zaruriydi.

Kentler, kendi halkları haricinde gerekli olan işgücünü köleler üzerinden sağlamaktaydı. Savaş, kıtlık ve ahalinin fazla vergiden dolayı firar etmesinden mütevellit oluşan işgücü açığı köleler ile giderilirdi. Böyle bir açıktan söz edilmese dahi fazla nüfus, zenginlik kaynağı teşkil ettiğinden dolayı her daim köleye ihtiyaç vardı. Köleliğin mühim iki yönü vardı. İlki, madenlerde, kerestecilik ve kürekçilik gibi zor işlerde çalıştırılmaları gibi angarya mazur kalmalarıdır. İkincisi ise sürekli istenildiği gibi harcanabilir ve yeri doldurulabilir işçiler olmalarıydı. Böylelikle devlet kendi tebaasını angarya işlerden uzak tutarak potansiyel hoşnutsuzlukların ve isyanların önüne geçiyordu. Tutsaklar birçok bakımdan bulundukları sosyeteye yabancı olduklarından dolayı toplumsal bağları da zayıf olur ve kolektif bir mücadele iştirakinde bulunamazlardı

Güçlü bir devletin inşası güçlü bir köle tedariki gerektirmekteydi. Buna mukabil olarak antik devletlerin amaçları arasında fetihlerden ziyade köle elde etmek için çıkılan seferler daha geniş bir yer tutmaktaydı. Keza kayıtlarda fethin kendisinden ziyade kazanılan ganimet ile övünüldüğüne rastlanılmaktadır. Fethin söz konusu olduğu durumlarda ise fethedilen kentin ahalisi, yerleşim yerle bir edildikten sonra fatih olan devletin diğer kentlerine cebren iskân edilirdi. Antik çağlarda köle ve savaşların arasındaki ilişkinin bahsine David Graeber’ın Borç: İlk 5000 Yıl adlı eserinde de rastlamaktayız. Eser, sikkenin savaşlardan çıktığını iddia eder. Her an ölmesi muhtemel kişiler olan askerlere uzun vadeli kredi sistemiyle ödeme yapılamayacağı için sıcak paraya ihtiyaç duyulduğu hususuna temas eder. Sikke dağıtarak da askerlerin ödemelerinin yapıldığına dikkat çeker. Daha çok sikke elde etmek için ihtiyaç duyulan değerli metallerin çıkarıldığı madenlerde çalıştırılacak daha çok sayıda köle ve daha çok köle elde etmek için de daha çok savaş… Savaş, sikke ve kölelik mefhumları arasındaki bu ilişki birbirini besleyen bir döngü var edecek şekilde tarihe tezahür etmiştir.

İLK DEVLETLERİN KIRILGANLIĞI

İlk devletler, ilk insanlar ile benzer sorunlarla mücadele etmek zorundaydı. Bu devletlerin çöküşüne siyasal nedenlerden ziyade tarım temelli ekonomi ve yerleşik hayatın kronik problemleri neden olmaktaydı. Salgın hastalıkların pastadaki payı büyüktü. Yukarıda bahsettiğim üzere hayvanlar ile bir arada bir yaşam sürülmesi, dar alanda birçok insanın iskân edilmesi ve yerleşimlere dadanan ortakçı hayvanların varlığı salgın hastalıklara uygun zemini yaratıyordu. Bunun üstüne ticaret ve savaşlar vesilesiyle salgın hastalıklar diğer şehirlere taşınmaktaydı. Fatih devletin orduları savaş esirlerini ve ganimet olarak elde edilen hayvanları kendi şehirlerine getirmekteydi. Esirler ve hayvanlar sahip oldukları hastalıkları getirildikleri yerleşim yerlerine taşımaktaydılar. Yeni karşılaşılacak bir hastalık için taşıyıcılık yapmasalar dahi popülâsyonu arttırdıklarından dolayı yeni salgınlara davetiye çıkarıyorlardı. Tarihte bir anda yok olmuş kentlerin kıyametlerine yüksek olasılıkla salgın hastalıklar müsebbiptir.

Kentlilerin bilinçsizce faaliyetleri de kendi sonlarını getirmekteydi. Şehrin etrafındaki ormanları ısınmak, çeşitli üretim faaliyetlerinde veyahut inşaatlarda kullanmak üzere kesiyorlardı. Kütükler, ağır ve taşıması zor olduklarından dolayı kentlerin civarlarından ve suyoluyla kolayca nakletmek amacıyla nehirlere yakın bölgelerdeki ormanlık alanlardan elde edilmiştir. Kente yakın yerlerden kesilen ağaçlar hızlı bir ormansızlaşmaya neden olmakla beraber ormansızlaşan bu topraklar mutlak bir erozyona maruz kalmaktaydı. Hâlihazırda eğimi düşük olan Mezopotamya coğrafyasında erozyonun sürüklendiği topraklar nehirlerdeki alüvyonu arttırarak su seviyesini yükseltmekteydi. Nehir yatakları onu çevreleyen yüzey ile aynı seviyeye geldiği vakit tarım için gerekli suyu temin etmekte ciddi problemler yaratacak akarsu yatağı değişimleri yaşanmaktaydı. Bu yatak değişimleri su taşkınları yaratmakta ve bu taşkınlardan mütevellit oluşan seller yerleşim yerlerini yok edebilmekteydi.

GÖÇEBELER

Avcı-toplayıcılık veya göçebe hayvancılık yapan sıradan bir insanın klasik tarım yapan bir yerleşikten daha müspet hayat standartlarına sahip olduğundan bahsetmiştik. Peki, biraz da göçebelerin yerleşikler ile olan ilişkilerini inceleyelim. Scott, devletsiz halklar ve yerleşiklerin ilişkisini bir tür konak-parazit ilişkisine benzetmektedir. Göçebe halklar ve kabileler, yerleşiklerin ürettiği artık ürün ve ticaret için devletler ile temasa geçerdi. Yerleşiklerden haraç almak ve çeşitli ticari imtiyazlar elde etmek amacıyla kervanlara, ticaret rotalarına ve şehirlere baskınlar düzenler ve hâkim devlet karşılık vermeden olay mahallinden uzaklaşırlardı. Bazı deniz yağmacıları yağmaladıkları yerlere belli bir süre boyunca tekrar uğramaz ve toparlanıp tekrardan artık üretim yapmalarını beklerlerdi. Tıpkı bir parazitin konağın hayatına son vermeden ondan faydalanmasına benziyor bu durum. Devletler, hızlı manevra ve hareket kabiliyetine sahip göçebe toplulukları kovalayıp yakalayamaz ve efektif bir mücadeleye giremezdi. Bu dezavantajın üstesinden yalnızca karşılıklı bir mutabakat ile gelebilmekteydiler. Bu mutabakat ekseriyetle  göçebelere haraç ve ticari imtiyaz verilmesi yönünde olurdu. Bir göçebe konfederasyonun kurulması için sınır komşusu olarak zengin konak devletler şarttı. Böylelikle göçebeler artık ürün için yaşam tarzlarından fedakârlık etmemiş olur, hem de var olan ticaretten kazanç sağlarlardı. Eski Orta Asya’daki Türk-Moğol kağanlıkları ve Çin arasında ilişki bariz bir şekilde bu denge üzerine kurulmuştur.

SONUÇ

James Scott’ın Tahıla Karşı: İlk Devletlerin Derin Tarihi adlı eserinin özeti ve özü olması babında bir yazı kaleme aldım. Her antropoloji ve tarih severin mutlaka okuması gereken bir eser. Bize ortaokul ve lisede ve hatta bazı lisans bölümlerinde aktarılan yerleşik hayatın tarım ile başladığı savının büyük bir yanlış olduğunu görmüş olduk. Avcı-toplayıcıların yerleşiklerden daha iyi koşularda yaşam sürdüğüne şahit olduk. Yalnızca tarım esaslı geçime nasıl başlandığını ve onun meşakkatlerine, ilk devletlere ve onların halklarının makûs talihlerine, evcilleştirme kavramına ve evcilleştirdiğimiz canlıların bir bakıma bizi de evcilleştirdiğine, göçebe-yerleşik ilişkilerine değindik. Okuduğunuz için teşekkürlerimi sunar, esenlikler dilerim.

                                                                                                   BATU ZEKİ KAÇKAR

2
Batu Zeki Kackar
Batu Zeki Kackar
Makaleler: 1

Yorum Yap